Bu Blogda Ara

17 Ekim 2013 Perşembe

Battal Odabaş: Siyasal Sinema Anlayışı

Doç. Dr. Battal Odabaş
[© Battal Odabaş - KanalKultur] - Sinema etkili bir araçtır. İnsanlar üzerinde egemenlik kurmak istenince bunun en iyi yolu onları görsel olarak etkilemektir. Günümüzde bu işlevi sinemadan çok televizyon gerçekleştiriyor. Her şeyden önce sinema bir ticari maldır. Oldukça pahalı ürünler ortaya çıkmakta ve tüm dünyanın tüketimine sunulmaktadır. Sinemanın bu özelliğinden yararlanan egemen ideoloji, ideolojisini kitlelere yaymak için çaba gösterir ve büyük oranda da başarılı olur. Yani sinema, "egemen ideolojinin yayılması için bir araçtır".[1]

Sinemanın doğuşundan beri onun bu özelliğinden yararlanılmış ve sinemayla politika hep buluşturulmuştur. Öyle ki politika ve sinema birlikteliğinden bir tür doğmuştur: Siyasal Sinema. Dünyanın hemen her ülkesinde mutlaka siyasal sinema yapılmaktadır. Bu kaçınılmaz bir gereksinim olarak karşımıza çıkıyor. Sinema, gerçek ya da gerçek dışı olaylardan oluşabilir. Günlük yaşam ile düşlenen yaşam içiçe geçebilir. Sinema buna olanak verdiğinden yayılması ve sevilmesi pek uzun bir süre almamıştır. Sinema yaşamdan kesitler sunar. Siyaset, yaşamın kendisidir. Öyleyse sinema siyasete sıcak bakar. Brecht'e göre[2] "sinemanın olanakları, birtakım belgeleri biraraya getirme, kapısını bütün felsefelere açık tutma, yaşamdan birtakım görüntüler aktarma yeteneğinden gelir".

Lanetliler
Sinema bütün sanatları içinde barındıran bir sanattır. Ayzenştayn "politik olmayan sanat yoktur" der. Öyleyse bir sanat olan, hem de bütün sanatları içinde barındıran bir sanat olan sinema da politik olacaktır. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Sinema yaşamdan kesitler alarak toplumu yansıttığına göre toplum da politiktir. Toplumun geçirdiği çeşitli siyasal (diğer alanlar konumuz dışı olduğu için onlara değinmiyorum) olaylarla dönüşümü, kabuk değiştirmesi, sinemaya da yansımaktadır. Sinema siyasal olayları anlattıkça siyasallaşır. Siyasetin temelinde çıkar, düşünce ve değer dağılımı gibi iktidar çatışması vardır. Sinema da bunu gerçekleştirmek için kullanılan araçlardan bir tanesidir. Sinema bunu yaparken kullandığı dil ya da yöntem, onun tarzını belirler. Egemen güçlerden küçük gruplara kadar bu etkili aracı kullanmak hep çatışmalara yol açmıştır.

1. Tanımı

Buradan siyasal sinemanın tanımına geçelim. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, toplumun bir aynası olan sinema, toplumun yönetim biçiminden de bağımsız olamaz. Onu savunur, onu eleştirir, hatta kurulu düzeni yıkmaya çalışır. Toplumdaki her hareketi yansıtan filmler yapmak mümkündür. Ancak bu tür filmlerin hepsine birden siyasal sinema diyemeyiz. Öyleyse siyasal sinema, konusunu bizzat siyasetten alan sinemaya denir. Ya bir siyasal düzeni anlatacaktır, ya bir toplumu, ya da bir siyasal olayı. Bir düşüncenin ya da inanışın propagadasını yapan filmlere siyasal sinema yerine, bunun bir alt dalı olan militan sinema demek daha uygun olur. Çünkü bu tür filmler belli düşünceleri yaymaya çalışan filmlerdir. Ayrıca siyasal yelpazenin sağında ve solunda yer alan sinemalar da vardır. Sol kanat kendi sinemasına devrimci sinema demektedir. Sağ kanat ise gerici (réactionnaire) sinema olarak nitelendirilmektedir. Bu görüşleri yansıtmak bu tür sinemacı için temel görevdir. Şilili sinemacıların yayınlandıkları bir bildiride[3] "sinemacı olmaktan önce, halkımızın politik ve toplumsal olgusu içinde ve onun büyük uğraşı sosyalizmin kuruluşu içinde görev almış kişileriz" denilmektedir. Yine bu sinemacılara göre sinemacı "halkın iletişim aracı"dır. Bu amaçla oluşturulmuş gruplar hemen her ülkede vardır. Bunlardan Fransa'da kurulanlarına ileriki bölümlerde değinilecektir.

Engin Ayça
Siyasal sinemaya çeşitli tanımlar getirilmiştir. Frantz Gévaudan[4] "sinema kendiliklerinden siyasal olmaları yetmeyen ve özlerini siyasetin incelenmesinden oluşturan yapıtlar çıkarıyor ortaya. Biz bundan böyle, bireyin karşısındaki en somut görüşleriyle ordu, partiler, sendikalar ya da adalet olarak kavranan iktidarın yapısını incelemekte birleşen bu yapıtlara siyasal film adına vereceğiz" diyor. Yeni Sinema'da[5] Siyasal Sinema üzerine bir yazı sunulurken şöyle deniyor:
"Siyasal Sinema, sinemanın günlük politikaya araç kılınması demek değildir elbette. Burada söz konusu olan çok daha geniş anlamda bir politika, bir eylem sorunudur".
Sinema günlük politika yapmamalıdır. O zaman kalıcı olmaz. Siyasal sinema politik olayları anlattığı zaman ya da konusunu politikadan aldığı zaman bu tanımı hakeder.

Siyasal sinema bir politik olayı alıp onu incelemelidir. Olayların karanlıkta kalmış yanlarını ortaya çıkarma gayreti içinde olmalıdır. Siyasal sinemacı aynı zamanda bir tür araştırmacı gazetecidir. Ama siyasal sinema yapan bir yönetmen tek başına mı olmalıdır yoksa bir kurum ya da kuruluşa arkasını dayamalı mıdır? Bu soruya William Klein[6] şöyle karşılık veriyor:
"Benim sorunum filmin üretilmesi ve gösterilmesi şeklinde oldu hep. Kapitalist sistemde filmlerin, özellikle siyasal olmak isteyen filmlerin yapılış biçimini anarşik buldum ve siyasal bir hareketin dışında yapılmasını ve siyasal bir partinin desteği olmadan dağıtılmasının etkisiz olduğunu düşünüyorum".
Siyasal mücadele yalnız yapılmadığına göre siyasal sinemayı da bundan bağımsız olarak düşünemeyiz. Siyasal mücadelede Partiler, Sendikalar, sivil toplum kurumları yer alırlar. Bunların desteği olmadan yapılan politika ile ulaşılmak istenen hedefe ulaşılamaz. Dayanışma şarttır. Öyleyse William Klein bu sözlerinde haksız değil. Sinema politika için bir amaç değil araçtır. Savaş nasıl ki politikanın bir uzantısıysa sinema da politikanın bir uzantısıdır. Siyasal partiler, günümüzde sinemadan daha etkili olan Televizyonu kullanmayı tercih etseler de sinema her zaman önemini koruyacaktır.

Bir siyasi partiyi, sendikayı veya herhangi bir sivil toplum örgütünü arkasına almış bir siyasal sinemanın yaşama şansı daha fazladır. Her şeyden önce hazır bir kitlesi olacaktır, gösterim konusunda bir sıkıntısı olmayacaktır ve maddi kaygılar yüzünden yönetmenin yaratıcılığı kısıtlanmayacaktır.

Siyasal sinema deyiminin doğru olup olmadığı da kafaları kurcalamıştır. Bazı kavramlar kargaşa yaratır. Bu yüzden temsil ettiği şeyi göstermekte zayıf kalabilir. Atilla Dorsay bu konuda şunları söylüyor[7]:
"'Siyasal sinema'… Doğru bir deyim mi bu? Bunu saptayabilmek için, 'gayri siyasal sinema' var mıdır, olabilir mi bunu araştırmak gerekir belki de… Lügât karşılığı "Devletin yönetimi ve faaliyet biçimlerinin saptanması" olan politika-siyaset sözcüğünün günümüzde çok daha geniş bir anlam ve kapsam kazandığı gerçeğini kim yadsıyabilir? Toplumların değişmesi, siyaset yaşamının getireceği, belirleyeceği ortam, çerçeve içinde olacaktır. Siyasetin, toplum yararına, doğru, akılcı, çağdaş bir yörüngeye oturtulmasıyla toplumda meydana gelecek olan gelişmeler, toplumu meydana getiren bireylerin yaşamını da olumlu bir biçimde etkileyecektir."
Siyasetin küçümsenmemesi gerektiğini söyledikten sonra Dorsay şöyle sürdürüyor[8]:
"…Kendi kaderine sahip çıkacak halkın (yönetilenlerin) iyi ve doğru olanı seçmesi, bu seçimden zarar görecek olanı (yönetenleri) ürkütmüş ve doğru seçimi yapacak bilgi ve bilinç düzeyine erişmeyi önleme hedefine yönelmiştir. Dolayısıyla, siyasete bulunacağı katkısıyla kendisinin, ülkesinin, dünyanın kaderini değiştirebilecek olan insana, bu katkının niteliği, biçimi ve yönü üzerinde şu ya da bu biçimde herhangi bir etkide bulunacak her türlü olay, çalışma ya da eserin, siyasal bir yanı olduğu ortaya çıkar…"
Sanatın mutlaka siyasal bir yanının olduğunu savunan yazar sinemanın bilinçlendirme görevi için de şunları söylüyor[9]:
"Sanat olayı olarak sinema (…) yaygınlığı bir yandan, etki gücü diğer yandan, bilinçlenme olayının mozaiğine diğer tüm sanatlardan daha güçlü ve direkt katılır. Sinemanın insan bilinçlenmesindeki etkisini kavrayanlar, bu bilinçlenmenin belli bir yönde ve hızla geliştirilmesi gerektiği tarihsel dönemlerde sinemaya bu yüzden el koymuşlar, ondan geniş ölçüde yararlanmışlardır. Faşizmin azgınlık döneminde Goebbels ve Mussolini'nin sinemayı yanlarına almaları da bu yüzdendir. Aynı biçimde, Rus devrimi de, devrimin yeni koşullarını halka kısa zamanda iletebilmek için sinemayı bir devrim sineması haline getirmiştir."
Daha sonra siyasal sinemanın tanımını veriyor Dorsay[10]:
"…Son yıllarda özellikle adı geçen siyasal sinema deyimi ise, siyasal yanı belirgin bir biçimde öne geçen başka tür bir sinemayı akla getiriyor. Dolaylılığı bir yana bırakıp doğrudan doğruya siyasal bir içerik edinmeyi deneyen, seyircisinin dünya görüşünü, giderek siyasal seçimini belli bir doğrultuda hızlandıracak bir "şok" yaratmayı amaçlayan bir sinema bu…"
Dorsay, İtalyan yönetmen Bellochio'nun siyasal sinema tanımını aktarıyor[11]:
"…Siyasal sinema, bir sınıfsal gerçeğe, onu tahrik amacıyla ve tam bir tarafsızlıkla yaklaşan sinemadır. Bunu yaparken, toplumsal temele oturmayan, kesinlikle özel durumları yansıtan tüm görünümleri bir yana itmek ve işini, uluslararası anlaşılmayı kolaylaştıracak, diğer yandan basit didaktizmin tuzaklarına düşmeyi önleyecek bir üslupla yapmak zorundadır…"
Görüldüğü gibi Bellochio, siyasal sinemayı sınıfsal gerçeğe oturtarak tanımlıyor. Sınıfsal çatışmaların aktarılmasını siyasal olay olarak gördüğü için, bunu anlatan sinema da siyasal sinema kapsamına giriyor.

2. Siyasal Sinemaya Diğer Yazarların Bakışı

Siyasal sinemanın tanımlanmasından uzaklaşıp bazı yazarların bu konudaki görüşlerini aktarmak sanırım yerinde olur. Louis Daquin[12], siyasal sinema hakkında şunları söylüyor:
"Filmler, belki tam olarak istenmese de politik oluyorlar: Bu tarihsel koşullara bağlıdır. (…) Politik sinemanın temel sorunu şematizm sorunudur: Eğer sinemacıların yaratıcı duyarlılığı politik düşüncelerinin gerisinde kalıyorsa, gerçek bir patlama yapacak yapıtlar ortaya koyamazlar.
Visconti, Lânetliler'i (Les Damnés) kendi sinemasal anlayışına uygun olarak yaptığından dolayı filmi politik hale geliyor, çünkü, onun sanatçı duyarlılığı, nazizm hakkında ortaya koyduğu düşünceleri değerli kılıyor."
Louis Daquin, siyasal sinema yapan ya da yapacak olan sinemacıların her şeyden önce yaratıcı duyarlılıklarının olması, politik düşüncelerinin bunun arkasından gelmesi gerektiğini savunuyor. Elbette iyi bir sinema diliyle anlatılmamış siyasal olaylar, filmi sanatsal açıdan yoksun kılar. Hem sinema sanatına uygun olmalı hem de konusunu derli toplu anlatmalıdır.

Daquin aynı konuşmada şöyle diyor[13]:
"Bazı sinemacılar, zayıf araçlarla da olsa, bir ajitasyon filmi yapmanın daha iyi olduğunu, bazıları da alışılmış ticari film normlarına uymanın daha az başarılı fakat daha yararlı olacak bir film yapmaktan daha iyi olduğunu düşünüyorlar. Bana gelince, hiç bir filmin gerçek politik bir etkisi olamayacağını düşünüyorum: Devrimi yapacak olan ne bir tiyatro oyunu ne de bir filmdir."
Öyleyse politik sinema neden var? Niye yapılıyor bu filmler? Elbette sinema bir araçtır. Amacınız doğrultusunda kullanırsınız. Burada sinemanın, siyasal sinemanın görevi devrim yapmak değil, onun yapılmasına yardımcı olmaktır. Bir iletişim aracı olan sinema, kitlelere bilinç götürmek için kullanılıyor. Bunlar bilinçlenmeyi hızlandırıyorlar. Ancak ideolojik olarak doyurucu olsalar da sadece kendi hedef kitlelerine gösterilirse pek etkili olamazlar. Bu filmler, daha uygun bir kitle iletişim aracı olduğu için Televizyonda gösterilirlerse istenen etkiyi daha kolay sağlayacaklardır.

Bu politik film tartışmasına bir de Fransız sinema okulu IDHEC'te, ikinci sınıfta (1970) öğrenci olan ve göçmen işçiler üstüne bir filmi bulunan Jean-Marc Ghanassia'nın görüşleriyle devam edelim. Şöyle diyor bu genç sinemacı[14]:
"Başarılı 68 ayaklanmasından beri, Amerikan sinemasının yaydığı ideolojiyi redderek ve falan ya da filan kültüre sözde referans olarak ideoloji tarafından empoze edilmiş bütün aracılıkları reddeden, doğrudan anlaşılabilir somut bir sinema sorunuyla karşılaşmıştık: Bu politik filmin sorunuydu: Somut film, ideolojiden arınmış film, egemen sınıfa karşı film, bu sınıfa karşı savaşmak için gerektiğinde kavga silahı olan film. Bir film yapmak artık kendiliğinden bir amaç değildir, bir araçtır, fakat tek başına bir araç değil diğerleri arasında bir araçtır. Artık sanat için sanat yok, bu biliniyor: Güzelini yapmak değil doğrudan bir anlamı olan bazı şeyler yapmak sözkonusu."
İtalyan sinemacı Elio Petri[15], Cinéma 70 dergisince Le Nouvel Observateur'den aktarılan bir konuşmasında "Devrimci bir sinemacı olunabilir mi?" sorusuna şöyle cevap veriyor:
"Devrimci sanatçı yoktur. Devrimciler vardır ve belki, sanat kavramının hâlâ burjuva olmasına karşın, sanatçılar vardır… Sinema çok kullanışlı olabilen bir alettir, fakat sinemayla devrim yapılmaz. Tek bir film düşünceyi geliştirmez. Fakat çok sayıda film bir mantaliteyi değiştirebilir ve bir film ortak bir bilinç oluşturmaya sevkedebilen her türden diğerleri arasında bir eylemdir. Şimdilik insanların kafasına bobinler fakat kaldırım taşları gibi bobinler atmaktan başka elden bir şey gelmez".
Ünlü Brezilyalı sinemacı Glauber Rocha şunları söylüyor[16]:
"Sanıyorum ki günümüzde sinema, politik problematiğin başlıca unsur olarak görüldüğü bir gerçeği, temel işlev olarak, çeşitli biçimlerde ve kuralcı (normatif) olmadan aktarmalıdır. Bununla birlikte, bu, sadece şemalara ve tamamiyle öznel biçimlere göre oluşur ve sinema dili açısından zorunlu hiçbir kullanıma bağlı değildir. Aynı zamanda da politika, kelimenin asıl anlamıyla, eylem yani bir sınıfın diğer bir sınıfla mücadelede olduğu an anlamına gelir. Eylemde öznelliğe fazla yer yoktur. Fakat politik sinemadan sözedildiğinde politikaya, yani aslında henüz politik (başka bir deyişle: Eylem) olmayan fakat onu hazırlayan bazı şeylere anıştırmada bulunuyor. Burada argüman nesnel olarak daha az geçerlidir. Bu durumda politik olmak demek, her birimizin kendi sınıf ilişkilerini yaşadığı, onları kendi sosyolojik bağlamına ve kendi bireysel tarihine koyduğu, onları, "politik eylemi" (yani asıl anlamıyla politika) onların kendi kişisel hipotezlerinin temelinde değerlendirdiği biçime bağlı olmak demektir.
Ben, sinemacı olarak, ister gerçeği doğrudan kaydederek, ister kendi öznel öngörümle onu yeniden yaratarak çekimlerimi 'politika olarak' kullanabilirim. Zaten, üzerinde düşünülürse, her iki durumda da öznellik anı belli bir biçimde hep vardır. 'Kayıt' yapsam da gerçekten 'nesnel' olamam: Aslında beni en fazla ilgilendiren, yine bireysel olarak da en fazla bağlı olduğum gerçeği kaydederdim. Her ne olursa olsun, belli bir tür belgesel sinema ve belli bir tür kurgu sineması arasında 'politik olarak' geçerli bir seçenek de olsa, bu, Üçüncü Dünya için özünde Avrupai bir icattır.
(…) Çok daha önemli diğer alanlarda olduğu gibi, sinemada da ulusal ekonomik özgürleşme, politik özgürleşmenin ilk şartıdır".
Jean-Marie Straub da tartışmaya katılıyor[17]:
"Güzel bir sabah, politik filmler yapmaya karar vermiş olduğum için politik filmler yapmıyorum. Her şey politik olduğu ve benim ilk gençlik, öğrencilik öfkelerim politik öfkeler olduğu için politik konuları kendime iş edindim. Fakat kendimi politik filmler yönetmeni olarak görmüyorum."
Siyasal sinemanın yeni anlatım biçimlerini de beraberinde getirip getirmediği konusundaki bir soruya şu karşılığı veriyor[18]:
"Yeni biçimlere inanmıyorum: Onları bulmak için aramaya gerek yok, anında konudan çıkıveriyorlar, onlara bir şey eklemek bizzat konu üzerinde düşünerek onları geliştirmek gerekir. Politik sinemadaki şu anda var olan didaktizme yöneliş bana olumlu görünüyor. Zorbaca değil, gerçekten didaktik olmak koşuluyla hiç bir zaman yeterince didaktik olunmaz. Didaktik olmak, insanların düzeyine inmek ve onları embesil olarak görmek demek değildir, her şeyden önce halka yönelik bütün küçümsemeleri bir yana bırakmak demektir. Brecht'in tiyatrodaki önemi O'nun didaktizminden geliyor: Bu konularından dolayı değil, politik olduğu içindir. Politik sinema, bir düşünce ve analiz sineması olmak zorundadır. (Belli bir dönemin tarihinde belgesel değeri olan) toplumsal sinema ve daha özel olarak siyasal sinemanın yanısıra, eylem filmi denen üçüncü bir kategori görüyorum...
(...) Yani hatırlatılması gereken temel bir gerçek var: Devrimci olmayan bir toplumda devrimci bir sinema yapılamadığıdır. Ayzenştayn devrimci filmler yapabildiyse, bu, devrimin Rusya'da gerçekleşmiş olmasından dolayıdır. Şu anda yaşadığımız toplumda devrimci filmler yapmayı hayal etmek, bir sosyal demokrat küçük burjuva düşüncesidir: Sinema en materyalist sanattır ve devrimci olmayan bir toplumda devrimci bir film yapmak düşünülmemelidir".
Bu son düşünceyi bizden bir yazar Engin Ayça da destekliyor[19]:
"… Siyasal ve devrimci bir sinema, her şeyden önce, toplumda siyasal ve devrimci bir gücün varlığını kabul eder."
Acaba siyasal sinemacının yeri neresi olmalı? Hikayesini anlattığı, kavgasını verdiği politik görüşü doğrultusunda mı hareket etmeli, yoksa ticari kaygılar gözeterek mi filmini yapmalı? Joris Ivens, kamerasıyla yanında yer aldığı kesimi anlatıyor:[20]
"Bu çağda bir sinemacı için ayrıcalıklı bir politik deneyimle, kameramla açık bir biçimde işçi sınıfının yanında yerimi aldım ve militan bir sinemacı oldum. Bütün yaşamım boyunca politik film çevresinde bir er olarak kaldım. Uzun zaman, uluslararası temaları işleyen, ulusal kurtuluş hareketleri, devrimci hareketler ve anti-emperyalist mücadeleleri ele alan filmlerimle ender sinemacılardan biri olarak kaldım".
(...) Bizzat kendim için, özellikle Vietnam ve Laos'ta, uzunca kavgacı sinemacı 'kariyer'imin son yıllarında, şu anki politik filmin, daha az bilgilendirici, daha aktif, daha uyarıcı, daha açık, seyircinin günlük politik deneyimine daha çok giren, filmin politik tartışmalar başlatmak ve sınıf savaşında gerçek, yararlı ve etkili bir silaha dönüşmek zorunda olması olgusu üstüne daha da yönelmiş başka bir anlatım biçimi istediğini anladım".
Joris Ivens'a göre[21] "sadece anti-emperyalist savaşın bir konusunu ya da politik bir konuyu ele almak (...) politik bir film ortaya koymaz".

3. İçerik ve Biçim

Siyasal sinema, olayları anlatırken tamamen bambaşka bir dil oluşturmaz, yine sinemanın o kendine özgü dilini kullanır. Sinema dilinde de doğal dillerde olduğu gibi bir gösterge vardır, buna anlam diyebiliriz. Bunu oluşturan iki ayrı kavram daha vardır: Gösteren ve gösterilen[22]. Gösterge şöyle tanımlanıyor[23]: "Bir başka şeyin yerini alabilecek nitelikte olduğundan kendi dışında bir şey gösteren öğe". Bu açıdan sinemadaki her görüntü bir göstergedir. Gösteren, "görüntüyü ortaya çıkaran özdeksel öğelerin tümü"dür: "Renkler, gölgeler, devinimler vb…" Gösterilen ise, "görüntüye bakan kişiye anlatılmak istenen olay, durum, kavram, dış gerçeklerdir"dir. İzleyicide oluşan anlam onun bu göstergeden çıkardığı anlamdır. Yani sinema seyirciye Gösterge=Gösteren+Gösterilen formülüyle bir şeyler sunar. Seyirci bunu kendi birikimine göre algılar ve değerlendirir.

Sinema bir dil olduğuna göre sözdizimi (sentaks) ve semantiği vardır. Sinemanın sözdizimi kurgudur, kesmelerdir, çerçevelemelerdir, çeşitli türde planlardır, görüntü açılarıdır, kamera hareketleridir. Bunlar spesifik öğeleridir. Ayrıca spesifik olmayan film öğeleri de vardır[24]: Aydınlatma (ışık), kostüm, dekor, renk, büyük ekran, oyuncuların yorumu. Bunlardan başka, elips anlatımlar, geçişler, metaforlar ve simgeler, ses olguları, alan derinliği, diyaloglar, ikincil anlatım yöntemleri, uzam ve sürem gibi başka anlatım biçimleri de vardır. Bunların hepsi bir dilin, sinema dilinin kurallarına göre kullanılıyor.

Semantik ise, tüm bunlar kullanıldıktan sonra ortaya çıkan görüntülerden çıkarılan anlamdır. Yukarıda sözünü ettiğimiz gösterge kavramıdır bu. Sinemada, kullanılan her sözcüğün, görüntünün bir anlamı vardır.

Sinema dili konusunda bu kısa bilgiden sonra siyasal sinemada biçim ve içeriğe geri dönelim. Siyasal sinema da sinema olduğuna göre bu dili konuşuyor. Ancak sinemanın konuştuğu dil, politikacının konuştuğu dil gibidir. Dilin her olanağından yararlanır, ama kafasında anlatmak istediği bir düşünce vardır ve onu anlatırken sinema dilini kullanır.

Jean-Patrick Lebel[25] görüntü konusunda "masum" görüntü yoktur der, her filmin kaçınılmaz olarak ideolojinin, yani, asıl anlamıyla, gerçeğe yabancılaşmış kuramsallaşmanın (théorisation), geniş anlamıyla egemen sınıfın düşünce sisteminin bir iletim aracı olduğunu söyler.

"Bu ideoloji özellikle sinemasal biçimlerle iletiliyorsa tehlikelidir: Gerici (réactionnaire) bir içerik, niyetini doğrudan ortaya kor, buna karşılık hile, biçim düzeyinde ortaya çıkarılamaz; başka bir deyişle tereddütsüz ilerici içerikli bir film, biçimiyle gerici olabilir".[26]

Biçim ve içerik açısından bir tutarlılık olmalıdır. Ulaşmak istediği seyirci kitlesinde eleştirel bir tutum uyandırması gerekir. Eğer bunu yapamıyorsa, içerik ne denli doyurucu olursa olsun, biçim, seyirciyi yabancılaştıran bir biçimde ele alınmış ve dramaturjisi iyi kurulmamışsa seyircide istenilen etkiyi yaratamaz.

Yeni anlatım biçimleri, politik filmlerde oldukça sık uygulanmıştır. Teatral, durağan görüntüler yerine, yerine göre, ekrana yazılar yazılmaktadır. Bu yazılar etkiyi daha fazla artırmakta, anlatımı kolaylaştırmaktadır. Ya da sözlü olarak anlatımlar yapılır. Yeri geldiğinde çizgi resimlere, çizgi filmlere başvurmaktan da geri kalmaz.

William Klein'ın bu konudaki görüşleri şöyle[27]:
"Görüntülerin akışı içerisine yazılı metinler yerleştirme elbette yeni bir düşünce değildir: Dziga Vertov bunu uzun zamandır yapıyor. Sanıyorum ki seyirciler, okuduklarını duyduklarından daha iyi kavrıyorlar. Burada, altı çizilmesi gereken iki ya da üç metin var. Fakat bunu, özellikle, bu türde Panafrika Festivali (Festival Panafricain) üstüne yaptığım büyük bir çalışma olan filmde görebiliriz: Bütün görsel, işitsel ve didaktik araçlar kullanıldı. Ekrana yazılan şeyler seyircide çok daha büyük bir dikkat oluşturuyor ve böylece kendilerini konuya daha iyi verebiliyorlar".
Jean-Marc Ghanasia'ya göre[28]
"Biçimin sorunu yeni anlatım biçimleri araştırma sorunu" değildir. "Amaç, politik mücadeleleri popüler hale getirmek, onları tanıtmaktır. Bir mücadeleyi filme aldığınız zaman, bazan onu açıklamak gerekir, zira mücadele hep kendini anlatmaz: Hep somuttan yana olmak, ideolojinin yutturmacalarından sakınmak istendiği için, oldukça basit şeylerle uğraşmak; çoğunlukla, biraz ilkel, fakat, bununla birlikte, etkin bir didaktizme düşmek zorunda kalınıyor".
Bir siyasal filmin içeriğini, yönetmenin ideolojik seçeneği belirler. Ama yönetmen burada yalnız değildir, temsil ettiği bir görüş vardır. Yapılan her şey, bir ideolojik bakış açısından ve bir sınıfın yararına yapılır hep.

4. Amaç ve Araçlar

Siyasal sinemanın amacı kamuoyu yaratmaktır. İletmek istediği düşüncenin yandaşlarında, militanlarda bir bilinç yaratma, onları o konu üzerinde düşünmeye çağırma amacı taşımaktadır. Bir toplumu, uluslararası kamuoyunu o konu üzerinde duyarlı olmaya çağırmaktadır. Film, gösterildiği her salonda yüzlerce insana ulaşmaktadır. Tüm ülke genelinde düşünülürse onbinlerce, yüzbinlerce (filmin konusuna ve anlatım biçiminin ilginçliğine göre ulaştığı kitle miktarı değişebilir) insana ulaşması mümkündür. Günümüzde televizyon ile rekâbet etmesi çok zor olmasına karşın televizyonu kullanarak da kitlelere yayılabilmektedir.

Siyasal sinema iletisi olan sinemadır. Bu yüzden de egemen güçlerle ters düşüyorsa çeşitli engellemelere uğrayabilir. Bu engel mekanizmalarının başında sansür kurumu gelmektedir. Çeşitli ülkelerde sansürle ya da sansürcü anlayışla filmler karşı karşıya gelmiş, çeşitli anlaşmazlıklar olmuş ve bu mücadele süregelmiştir. Ancak yasaklanan bir film, zaman ve koşullar değişince mutlaka gösterime girmiş ve seyirciyle buluşmuştur.

Siyasal sinemanın temel amacının kamuoyu oluşturmak olduğunu, bu vesileyle toplumu bilgilendirmek olduğunu daha önce söylemiştik. Bu bilgilendirmenin gerisindeki amaç ise bu konulara duyarlı insanları harekete geçirmektir. Ele aldığı konuyu bir belgesel titizliğiyle ama dramaturjiyi ve kurguyu kullanarak işlemek ve bir tartışma ortamı yaratmaktır.

Bunu yaparken kullandığı araçlar ise, yapım aşamasında, siyasal olaylar, siyasal kişilikler, siyasal simgeler, kuramlar, ideolojilerdir. Tüm bunları kullanarak seyircilerin daha önceden hesaplanmış önyargılarını ve ilgi alanlarını harekete geçirecek filmler yaparak onları politize ederek belli bir olaya ya da olaylar bütününe duyarlı olmaları sağlanmak istenmektedir.

Siyasal sinemanın, gösterim aşamasındaki araçları ise onun gösterimini sağlayan örgütlerdir. Bu araç, daha çok, normal salonlarda gösterim olanağı bulamayan filmler için sözkonusudur. Özellikle de siyasal sinemadan militan sinemaya doğru kayma eğiliminde olan filmler için geçerli bir durumdur bu.

5. İlkeler ve Uygulama

İlkeleri şöyle açıklamak mümkün: Her şeyden önce siyasal bir konusu olmalıdır. Anlattığı olaylar, kişiler bir siyasal olaydan alınmalıdır ya da siyasete ilişkin olmalıdır. Marcel Martin şöyle diyor[29]:
"Aslında şöyle temel bir çelişki vardır: Biçim açısından (elbette sadece içerik açısından değil) tam ideolojik uzlaşmalı saf bir sinema, işletim-dağıtım sisteminin (üretim sisteminde olduğu gibi) saf bir tüketim sineması yararına koşullandırıldığından dolayı halka ulaşamadığı için ya da işletim-dağıtım sistemi ve egemen ideoloji tarafından bizzat koşullandırılmış yukarıda adı geçen halk tarafından artık istenmediği için, güçsüz bir sinema olmak, işe yaramaz bir sinema olmak tehlikesiyle karşı karşıyadır".
Siyasal sinema, ideolojik olarak egemen ideolojiyle uzlaştığı zaman işlevini yerine getiremeyeceği için var olamayacaktır. Öyleyse siyasal sinemanın muhalif yapıda olması gerekiyor. Ama uygulamada görüldüğü gibi bunu yapması çok riskli, çünkü muhalif olmanın her zaman bir bedeli vardır. Özellikle endüstri içinde yapılan filmler, kendilerini, derli toplu ve içinde yaşadıkları düzenin yasal çerçevesi içinde sunmaya özen gösterirler. Ticari meta olan sinemada kâr etmek amaç olduğundan, siyasal sinema yapmak her zaman mümkün olmamaktadır. Endüstri dışında kalan gruplar ise çeşitli zorluklara, yasal engellere karşı mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Toplumu bilinçlendirme görevi bu nedenle çoğunlukla aksamaktadır.

Yukarıda sayılan ilkelere çoğunlukla uyulmakta ve yapılan siyasal filmler çok çeşitli alanlarda etkisini sürdürmektedir.

6. Dil

Siyasal sinemanın kullandığı dil nasıl olmalıdır? Kime seslenmelidir? Bu soruların cevabını vermek kolaydır. Sinemanın kullandığı dil tüketilebilir, anlaşılabilir olmalıdır. Marx'ın gündelik dili kullandığı gibi, sinemacının da gündelik dili kullanması gerekir. Yaratmak istediği etkiyi ancak anlaşılabilir olmakla elde edebilir. Hedeflediği kitle çoğunlukla entellektüel olmayan kesimdir. Bu yüzden anlaşılabilir olmak için gerektiğinde didaktizme kayabilmelidir.

Gösteri sinemasının dilini de kullanabilmelidir siyasal sinema. Ancak, sanatsal açıdan çok iyi olmalıdır. Sanatsal açıdan iyi olmayan bir siyasal sinemanın siyasal etkisi de o oranda azalır. İyi bir kurgu, iyi bir oyunculuk, sağlam bir senaryo, iyi bir düşünce yapısı: İşte mükemmellik. [© Battal Odabaş - KanalKultur]

Kaynakça

Odabaş, Battal (1996). Fransız Siyasal Sineması ve Jean-Luc Godard, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi.

Notlar

[1] Cahiers du Cinéma Yayın Kurulu, "Le Cinéma dans la Société Capitaliste", Cahiers du Cinéma, Sayı 244, Şubat-Mart 1973, s.31.
[2] Bertolt Brecht, Sinema Yazıları, Görsel Yayınlar, İstanbul, 1977.
[3] Cinéastes Chiliens, "Les Cinéastes et Ie Gouvernement Populaire-Manifeste Politique", Cahiers du Cinéma, No: 251-252, Juillet-Aout 1974, s. 69.
[4] Frantz Gévaudan, "Siyasal Sinema Seyircisiyle Karşı Karşıya", Çev: E. ÖZDEN, Gerçek Sinema, Sayı 2, Kasım 1973, s. 22.
[5] Yeni Sinema, "Siyasal Sinema", Yeni Sinema, Sayı 19-20, Haziran- Temmuz 1968, s.25.
[6] Marcel Martin, "Les Points de Vue de Neuf Réalisateurs- William Klein", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.64.
[7] Atilla Dorsay, Sinema ve Çağımız-1, Hil Yayın, 1984, s.31.
[8] a.g.e.
[9] a.g.e.
[10] a.g.e.
[11] a.g.e.
[12] Marcel Martin, "Les Points de Vue de Neuf Réalisateurs-Louis Daquin", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.68-69.
[13] a.g.e.
[14] Marcel Martin, "Les Points De Vue De Neuf Réalisateurs - Jean-Marc Ghanassia", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.69-70.
[15] Michèle Manceaux, "Les Points De Vue De Neuf Réalisateurs - Elio Petri", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.72.
[16] Enrico Viani, "Les Points De Vue De Neuf Réalisateurs - Glauber Rocha", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.74-76.
[17] Marcel Martin, "Les Points De Vue De Neuf Réalisateurs - Jean-Marie Straub", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.77-78.
[18] a.g.e.
[19] Engin Ayça, "1. Pesaro: thermidor yıl 1", Yeni Sinema, Sayı 19/20, Haziran-Temmuz 1968, s.27.
[20] Joris Ivens, "Les Points De Vue De Neuf Réalisateurs-Joris Ivens", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.78-80.
[21] a.g.e.
[22] Osman Senemoğlu, "Gösterge ve Görüntü", Dilbilim, Sayı 4, 1979, s.88.
[23] a.g.e.
[24] Marcel Martin, Le Langage Cinématographique, EFR (Les Editeurs Français Réunis) yayınları, 1977, s.62.
[25] Marcel Martin, "Politique et Cinéma: Approche Et Définition", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.28.
[26] a.g.e.
[27] Marcel Martin, "Les Points De Vue De Neuf Réalisateurs - William Klein", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.66.
[28] Marcel Martin, "Les Points De Vue De Neuf Réalisateurs - Jean-Marc Ghanasia", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.78.
[29] Marcel Martin, "Politique et Cinéma: Approche Et Définition", Cinéma 70, Sayı 151, Aralık 1970, s.31.


Doç. Dr., İ.Ü. İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü - İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder